25 Ocak 2012 Çarşamba

“OLÇUM SİYİT’İN” ÖLÜMÜ

“OLÇUM SİYİT’İN” ÖLÜMÜ

“A,U; Mandolin Çalar…” adlı yazımızda “Olçum Siyit’ten” de Jandarmalarca öldürülüşünden de bahsetmiştik hani? Şimdi de bu olayı anlatacağız elimizden geldiğince:
O yıllar da köylerimiz pek bir karışıktı bizlerin!
Yokluk da vardı; benlik de…!
Fakirlik de vardı, cahillik de…!
Millet birbirine sarmış, sanki tavuk öldürürcesine!
Adam değil, mermi parası daha kıymetlice…
Tüfek, tabanca, mermi ve sairleri boldu; haylice…!
Tabanca taşımak vâka-i adi-yeden…
Sıradan bir şey yani; hem de herkesçe; ve herkeste!
Herkeste tabanca var! Hepsinin de bellerinde…
Apaçık, ayan beyan gösteride…!
Tam kıçlarının üzerinde.
Erkeklerin, kendilerinden asla ayrılamaz bir aksesuarı hem de.
Ceketle gizlemek falan olmaz; yakışık almaz öyle!
Ceket, tabanca kılıfının kıvrılmalı ki üzerine; o tabanca bir güzel görüne.
Görüne ki; herkes kimde var iyi bile…
Ayağını da denk ala ona göre…!?
Kiminin tabancasının mermisi de ağzında.
Atış, bir tetiğe basımlık mesafede duruyor bunlara.
Bunlar ne ki?
Av tüfeği de var her evde! Fişeklik de, mermilik de…
Bozkır mı? Yelbeği mi…? 
Aman Allah’ım…!
Söyleyin bakalım; şu Teksas nerede?
Adeta harp çıkıyor geceleri köyde…
Çoğu imreniyor, “pisi pisine giden “Kör Niyazi’ye” 
            *************
Zaten Köyümüz de tabancacı da var tüfekçi de. Hem tamirci; hem yapımcı… Daha ötesi mermileri bile doldurucu… Sanayisi kurulmuş mübareğin; hepsi de orta yerde…
Jandarma da bilir bunları devlet de!
Asayiş berkemaldir yine de!
            **************
İş bu kadarla sınırlı değil; mavzer de var bazılarında…  Hem de 5 atarlı…
“Çekme-sürme” kollu; uzun mesafe atışlı…
“Olçum Siyit’e” de o mavzer pek yakıştı.
Omzunda mavzer; “alımlı çalımlı” Köy içinde bir güzel dolaştı?
Derken Köy’e, bir manga kadar asker ulaştı.
“Olçum Siyit” ise derhal köy içinden uzaklaştı.
Köy korusuna doğru sıvıştı…!
Lakin bu arada jandarmaların gözüne bulaştı.
Baktılar ki asayiş bozuk! Düzeltecekler ya…?!
Düştüler peşine “Olçum Siyit’in” arkasına!
Hem de “tüfenklerini” ata ata…!
            ************
İyi de be birader; “Olçum Siyit” kaçarsa olur mu?
Bu durum hiç yakışık alır mı?
Kaçınca geride “Olçum, molçum” kalır mı?”
Karizma ne olur karizma…!?
Çizilmez de durur mu?
Ne yapmalı acaba?
Saklanmalı bari en azından bir ağaca…
Saklandı da bir pelidin (meşe ağacı) arkasına!?
İyi de; halâ geliyor Jandarmalar ata ata…
İş tamam! Durum yaman! Mavzeri verse de, teslim olsa da vakit tamam! “Olçum Siyit” Öldü! Ha öyle öldü, ha böyle öldü! Aynen böyle düşündü! Ben bilmem, siz söyleyin bakalım; yanlış mı düşündü?
Ateşledi mavzerini havaya…
Maksat ki; adını kurtara…
Havaya atmasa var ya?
Atışta bir numara…!
Ama jandarma bu! Anlar mı da?
Hepsi üşüştüler Oraya!
Sen misin onu atan havaya?
Gitti “Siyit Çavuş” gitti; gitti işte bu davaya…!
“Olçum Siyit” gitti ama ya?
Bu “tüfengcilerle tabancacılar”;
“Mermicilerle, talimciler”…
Hele hele?
Milleti bu yollara sürenler;
Bu hallere mecbur edenler ne yapacaklar acaba?
Hem burada; hem Ora’da…?

           ***************

Kitaplarımla makalelerime erişmek isteyenlere:
http://kitaplarim-av-mehmet-duran.blogspot.com/

21 Ekim 2010 Perşembe

HAYRETTİN KARAMAN’A REDDİYE-3

HAYRETTİN KARAMAN’A REDDİYE-3

            Biliyorsunuz Emekli İlahiyat Profesörü ve Yeni Şafak Gazetesi Köşe yazarı Sayın Hayrettin Karaman’ın http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=15.10.2010&y=HayrettinKaraman Internet adresinde de yayınlanmış bulunan makalesinde, İslâm’ı kendisi gibi anlamayanları “cahil ve cüretkâr” ilan etmesi, “dindarlardan başı açık olanların, işin aslında başlarını örtmek istediklerini ancak mahalle baskısına benzer bir devlet baskısı nedeniyle örtemedikleri” biçimindeki iddiası ve AKP iktidarını türban konusunda kimseyle uzlaşmaması yönünde kışkırtması üzerine, kendisine reddiye biçiminde ve seri halinde makaleler yazıyorduk.
Bu defa da bunlardan 3.süne, http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=434365 Internet adresinde tanıtımı bulunan, ”Çürüme” adıyla yayınlanmış aynı kitabımızın kapağı altındaki “Kördöğüşü” adlı çalışmamızın, “Türban Muaviye’nin Mızrağının Ucundaki (Mushaf Sayfaları Gibi) Olmasın!”  adlı konudan yaptığımız alıntılarla ve kaldığımız yerden devam ediyoruz:

“Hemen şunu belirteyim ki;
(Dinsel anlamda Ahzap Suresi, ayet: 59 ve Nur Suresi, ayet: 31’den anlaşılması gereken farz olmuşluk, türban (başörtüsü) takılmazsa oradaki farziyetin yerine getirilmemiş olacağı, bu yönde kesin bir zorunluluğun varlığı anlamında değildir!)
 Ahzab Suresi ayet, 59:
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (dışarı çıkmaları gerektiğinde) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
Bu ayet üzerinde fazla durmayacağım. Sadece, pijama, gecelik veya eşofman benzeri, ev içi yada yatak kıyafetleriyle dışarı çıkıp oralarda gezinenlere bir gönderme yaparak işi bitireceğim. Çünkü bu ayet daha çok bununla ilgilidir.
Şimdi gelelim ikinci ve asıl olarak ele alacağımız ayete:
Nur Suresi 31. ayet aynen şöyledir!
 Mümin kadınlara da söyle, gözlerini korusunlar; Namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler! Örtülerini ziynetlerini gizleyecek şekilde örtsünler.” ……… ”Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar…….”
((Hayrettin Karaman ve benzerlerinin anlayışlarına bakılırsa,) sanki tüm kadınlar deliydi(!) Öyle ya ayaklarını “zıp zıp” diye yere vuracaklar, ziynetleri şangırdayacak, böylece ne taktıkları yada ziynetlerinin nelerden ibaret olduğu başkaları tarafından anlaşılmış olacaktı....(!) Hiç böyle bir şey olabilir mi? Aslında burada sözü edilen husus, kadının cinsel obje olarak teşhirinin yasaklanmasıdır. Bahsi edilen ziynet de kadının göğüslerinden bakası değildir. Demek ki göğüsler örtülmelidir. Daha doğrusu örtme emri, göğüslere ve cinsel obje olarak teşhire dönük bir emirdir. İşin bu noktası tartışmasız ve kesindir aslında)
“…….Ey müminler! Hep birden Allah’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”
Çoğunlukla bazıları bu ayeti bizim yukarıda verdiğimiz biçimde değil de, aşağıda vereceğimiz şekilde anlamlandırmışlardır:
           “Mümin kadınlara da söyle;” ……… “ziynetlerini teşhir etmesinler! Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.” ………. “Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar…….”

Araştırmalarım sonucuna göre şunu açıkça belirteyim ki; ayetin Arapça orijinal metninde o günün Arapça’sında başörtüsü anlamında kullanılan kelime özellikle kullanılmamış. Ne var ki bu kelimeyi halen tesbit edemedim. Araştırıyorum; bulunca sizlerle paylaşacağım.
İşin daha ötesi, baş veya başörtüsü anlamına gelebilecek herhangi bir kelime de yoktur Ora’da. Başörtüsü sözü kesinlikle yorumdan çıkmaktadır! Dolayısıyla açık ve net bir emir değildir.

Burada (tercih edilerek) kullanılan kelime; “hımar” kelimesidir. Bunun karşılığı kesinlikle başörtüsü olmayıp, genel bir örtüyü ifade eder. Yani o örtüyü masaya örterseniz masa örtüsü, elbise üzerine örterseniz elbise örtüsü, pencere önlerine örterseniz (çeker, veya asarsanız) perde olur. Nihayet başa örterseniz de başörtüsü olur.
Ancak burada önemli bir konu var ki o da:
“Hımar” kelimesi ile Arapça “başörtüsü” demek gerekirse, “hımarürres” denmelidir. Çünkü “res” kelimesi Arapça’da baş demektir.
Demek oluyor ki başın örtülmesi açıkça emredilmiş, açıkça emredilmek istenmiş olsaydı, sadece ve sadece “hımar” sözcüğü tercih edilmeyip, başa vurgu yapılarak ayet içeriğinde “hımarürses” kelimesi kullanılması gerekecekti. Halbuki bu belirleme açıkça yapılmamıştır.
Dolayısıyla ayet içeriğinde geçen örtü ile “başın örtülmesi gerektiğini” söyleyenlerin bu söylemleri, kendi yorumlarından ibarettir. Yorumdan çıkarmaktadırlar yani! Bu husus apaçıktır!
Bu duruma bir başka kanıtımız Maide Suresi 6. ayetteki abdest uzuvlarının tanımlanış biçimi olsun.
Orada, abdest alırken elin dirseklere kadar ve yüzün yıkanması emri ile başın meshedilmesinin yeterliliği yoruma meydan bırakmayacak şekilde açıkça belirlenerek verilmişken ayakların yıkanması yahut meshedilmesi yoruma açık biçimde verilmiştir!
Bu durum karşısında, başın örtülmesi konusunda, ilgili ayetteki ana manâ bir kenara bırakılarak, yine ana manâ yanında zayıf kalan ve yorumdan çıkarılan bir anlam sanki yegane zorunlulukmuş gibi halka dayatılmamalıdır.
(Dayatılmamalıdır; çünkü, aşağıda daha da net izah edeceğimiz gibi bu anlam zorlama bir yorumdur işin esasında.)”
Bunlardan bile anlaşılacağı üzere Sayın Profesör’ümüzün; "Başörtülerinizle yaka ve göğüslerinizi de örtün" mealindeki ayeti, "başınızdan alın da onunla göğsünüzü örtün" şeklinde anlamaya, yorumlamaya çalışıyor.  Biri diğerine "Etekliğinle dizlerini ört" dediğinde bundan "etekliğini çıkar veya aşağıya çek, üst tarafın açılsın, dizlerin örtülsün" manasını anlamak ne kadar absürd ise o anlayış da o kadar saçma! biçiminde buyurdukları türden bir durum da yok ortada! Yaptığı tamamen bir karalamaca!

Anlatı ve alıntımıza devam edeceğiz efendim!
Saygılarımla…
                                  Av. Mehmet DURAN

18 Ekim 2010 Pazartesi

LÜTFEN DİKKAT!

http://anafor.org/haber_detay.asp?id=3779&uyeid=66

HAYRETTİN KARAMAN’A REDDİYE-2


Okuyanlar bilirler, Emekli İlahiyat Profesörlerimizden, Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı Sayın Hayrettin Karaman’ın aynı gazetede yayınlanan ve hali hazırda http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=15.10.2010&y=HayrettinKaraman adlı Internet link adresini açarak okuyabileceğiniz yazısına bir reddiye hazırlayarak yayınlamıştık.
O yazıda http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=434365 Internet link adresinde tanıtımı görülebilecek olan, ”Çürüme” adlı yayınlanmış aynı kitabımızın kapağı altında ve müstakil konumlu “Kördöğüşü” adlı çalışmamızın, “Türban Muaviye’nin Mızrağının Ucundaki (Gibi) Olmasın!” ana başlığından bazı alıntıları da kendisine cevap olarak sunacağımızı belirtmiştik.
Ancak hacim darlığı nedeniyle konuyu ileriye bırakmıştık.
Fakat hem bu konuyla ilgisi, hem de ortaya çıkan gelişmeler karşısında, http://halk-ve-hak-icinozgur-kursu.blogspot.com/2010/10/fuze-kalkaninin-turbani.html adlı kendi Internet blok sayfamdan açılarak okunabilecek olan “Füze Kalkanı Türbanla Örtülüyor!” başlıklı yazımızı yayınladık.
Bu defa ise yeniden ve kaldığımız yerden alıntımızla devam ediyoruz!
Ediyoruz çünkü Sayın Hocamız o yazısında, kendisinin inandığı tarzda inanmayan Müslümanları dışlamakla kalmıyor, cahillik ve cüretkarlıkla itham ediyor, kaynak göstermeden iftira kokan suçlamalarla karşı görüşün insanlarına saldırıyorlardı.
Hatta “dindarlardan başı açık olanların, işin aslında başlarını örtmek istediklerini ancak mahalle baskısına benzer bir devlet baskısı nedeniyle örtemediklerini” iddia ediyordu.
Bu açıklamalardan sonra, alıntımıza geçebiliriz sanırım artık:

““İnancı gereği başını örtenler” lafı ayrıca teknik ve mantıksal olarak da yanlıştır. Aldatmaca bir tabirdir. Ülkemizde tartışmaya neden olar bu konu kesinlikle inancın gereği olmaktan ziyade bir siyaset konusudur. O nedenle “inancı gereği” lafı havada kalmaktadır. Bu konu kesinlikle, işi bayraklaştırma meselesidir. Bilgi kirliliği yaratılmak ve konu maniple edilmek suretiyle iş kotarılmaya çalışılmaktadır.
Acaba başını örtmeyenler inançsız mıdırlar? Veya Müslüman olduğu halde, Kuran’ın böyle bir emri olmadığını değerlendirenlerin durumu nedir?  Onlar din dışında mıdırlar? İnkarcı mıdırlar? Peki “Evet, öyle!” diyorsanız, bunca mezhep ayrılıkları nereden çıkmaktadır? Herkes her konuyu aynı şekilde mi anlayacaktır yada anlamıştır?
Bu sorulardan ikincisinin cevabı kocaman bir “Hayır!” dır. Mezheplerin ortaya çıkışı ise yorum farkındandır. Dolayısıyla işin ameli, yani eylemsel boyutlarını bir kenara bırakın, Mezheplerin inançsal konularda dahi fikir ve yorum ayrılıkları vardır.
Bu durumda kimin kimi “Din dışındadır.” ilan etmeye hakkı vardır? Buyurun işte, bu kitapta biz de bazı temel konulara, örneğin “kader” konusuna çok farklı bir yorum ve açılım getirdik! Diyanetin anlatısını reddettik! Şimdi biz din dışına mı çıktık? Hiç böyle bir şey kabul edilebilir mi? Elbette edilemez!
Tam tersine biz büyük bir hizmeti yerine getirdiğimize içtenlikle inanıyoruz! Büyük bir umutla, Allah’tan ödül bekliyoruz!
Yeniden ele aldığımız söze dönecek olursak sarınırım ki, “Başını örtmenin, farz olduğuna inananlar.” demek gerekecektir! Bu ifade daha doğrudur. Çünkü ülkemizde başını örtmenin farz olduğuna inanlar olduğu gibi böyle bir farzlığın olmadığına inanalar da vardır.
Aynı konuda bu insanlar; “Başı örtmenin farz olduğu biçimindeki kabul, yorumdan çıkmamaktadır! Böyle bir farz olsa bile bir Müslüman’ın vatandaşı bulunuyor olduğu devletin yasalarına uyması da farzdır. Hem de yorumdan çıkmayan  açık bir farzdır.” diyorlar!
Kabul edelim ki; “Farz ise de ne yapalım? Allah affeder! aç mı kalayım?” diyen ve bu durumun ızdırabını çekenler de vardır ülkemizde. Ve bu meseleyi siyasi, ticari, vs. bir çok alanda  bayraklaştıranlar da…!
Örnekleri artırmak mümkündür. Ancak bu örnekler maksadın anlaşılmasına yeterlidir.
Bu cümleden olarak söyleyeceğim son sözler şunlardır:
Başlarınızı örtmenin farz olduğuna inanıyorsanız, bu farza uymak gereği duyuyorsanız başlarınızı örtünüz! Ancak örtünüzü hiçbir yerde ve ortamda bayraklaştırmayınız. Özellikle başörtüsünün siyasette kullanılmasına asla izin vermeyiniz! Ayrıca devletinizin kurallarına uymaya da aynı özeni gösteriniz. Çünkü ona uymak da farzdır. Lütfen dengeyi bulunuz. Türban konusundaki yürüttüğünüz mücadele siyasi bir mücadeledir; bunu unutmayınız. Lakin sizlerinde siyaset yapma hakkınızın bulunduğunu da biliniz! Bu mücadelenizi o çerçevede yürütünüz. Din üzerinden değil…!
Bu konudan çıkar sağlayanlarla bağlatanlar devreden çıkarsa eğer, sanırım hiçbir sorun kalmayacaktır!
            Naçizane olarak ben de başın örtülmesi konusunda kesin bir farzın veya mecburiyetin olmadığını değerlendirenlerdenim. Bu açıdan olmak üzere, türban konusuna dayanak edilen “Ahzab Suresi” 59. ayet ile “Nur Suresi” 31. Ayetin anlamını aşağıya alalım, üzerinde biraz kafa yoralım:”
            Yoralım ama bu işi bundan sonraki makalemize bırakalım!
            Ve cahil, cüretkar, daha da öte İslam dışı mıyız gerelim?!
                                                      Av. Mehmet DURAN

17 Ekim 2010 Pazar

FÜZE KALKANI TÜRBANLA ÖRTÜLÜYOR

         FÜZE KALKANI TÜRBANLA ÖRTÜLÜYOR


          “Saftiriğin teki olduğumu”, söyler dururum hep? 
Öyle ya; “düğün değil, bayram değil;” (durup dururken) “niye öptü eniştem beni”?
Tuttuk bir de;
Bu türban ve lâiklik konusunda, yazılar yazdık onca…!?
Yine de boşuna değil bunlar bence!
Lâkin işin aslını yeni kavradık; yenice?
Nitekim şu an itibariyle fiilen de hukuken de türbanı üniversitelerimize sokmak olanaklı değildir!  http://anafor.org/haber_detay.asp?id=3735&uyeid=170 link adresinde yayınlanmış olan “Türban Sorunu Çözüldü (!)” adlı makalemizde de belirttiğimiz gibi bu mesele, YÖK Başkanı’nın bir talimatıyla çözülüverilecek iş olmasa gerektir! Bu sorunun çözüm şekli de…
 Gerek http://anafor.org/haber_detay.asp?id=3752&uyeid=170 link adresindeki “Mucit Profesör”, gerekse http://anafor.org/haber_detay.asp?id=3757&uyeid=170 link adresinde da yayınlanan “Hayrettin Karaman’a Reddiye” başlıklı makalelerimizle yanıtlamaya çabaladığımız çığırtkanlıklarla yandaş basında dalgalandırılan türban bayrağı niyedir?
Neyedir öyleyse?
“Zalim Amerika”, “iki yüzlü Avrupa”, “bin bir surat Yahudi” ve içerideki “işbirlikçi dincilerle” sair yandaşları işbaşındadır çünkü!
Ve zararından başka ülkemize hiçbir hayrı olmayacak olan Amerikan füze kalkanlarını güzel vatanımıza konuşlandırmaya çalışmaktadırlar. Böylece komşu ülkelerle aramızı daha da açmaya, bizi hedef tahtasına oturtmaya uğraşmaktadırlar!
Ve işin devamındaki fiili esaret zincirleri ile zincirlemeye bizi…
Durum bu olunca, ülkemizde dikkatleri başka yöne çekmenin, karşı direnci kırmanın özellikle samimi dindarların desteğini almanın yolu “türban meselesini” kaşımaktan, daha doğrusu onu Amerikan füze kalkanlarına ve işin devamına örtü yapmaktan geçmektedir! Yoksa maksat bu konuyu çözmek falan değildir! Çözüm yolu da bu değildir!

Ey kardeşim, uyan…! Uyan da:
Yetsin artık türbanını, baş örtünü kullandırdığın!
Yetsin artık dinini kullandırdığın!
Yetsin artık manevi değerlerini kullandırdığın!
Yetsin artık iyi niyetinle safiyetini kullandırdığın!
Yetsin artık maddi değerlerini kullandırdığın!
Yetsin artık sen örtüler altında yatırılırken vatanının bunca olanaklarını sattırdığın!
Bu defe da türbanını, Amerikan Füze kalkanına,
Ve işin devamına örtü yaptırma!?
            ****************
Her zaman yazar, söylerim:
İyi bil ki küfür; gerçekleri örtmek, halk tarafından görülmesini engellemek demektir!
Aziz kardeşim! Lütfen…!
“Akıl var; yakın var…!?”
Rica ediyoruz; yalvarıyoruz…
Başörtünü küfre alet ettirme!
Sonsuz maneviyatını,
Yıllardır döktüğün kanı,
Ve bu kutlu vatanı,
Çiğnettirme!
Bir Müslüman böylesine aymaz olmaz; unutma!
Ve vatanseverler…
Askerimizin başına çuval geçirenlerle geçirtenler,
Hepimizin başına, türban geçirecekler…!
Unutma…!
            ****************
“12 Eylül 2010 Anayasal Referandumu” biliyorsunuz ki andığım bu durumlar gerçekleşsin adıyla yapılmadı. Fakat görüyoruz ki; “takke düştü; kel göründü!” Ve andığımız bu konu ile devamının gerçekleştirilebilmesi yönünde kullanılıyor! Bu anlamda, “Küresel Kapitalist Sömürü Düzeninin (Siyonizmin)”  adamlarıyla içimizdeki işbirlikçilerinin nasıl da hoyratlaştığına dikkat ediniz lütfen!

İyi bilsinler ki ama:
Özellikle; Cumhuriyetimizi kuran o kutlu ecdadın kanını “damarlarında taşıyan insan” bitmedi daha ülkemizde!
Ve “en son ocak sönmedi” daha…!
Yüce Milletime Saygılarımla…!
                                                 Av. Mehmet DURAN

16 Ekim 2010 Cumartesi

ÖNEMLİDİR!

Lütfen Aşağıdaki Linki
TIKLAR MISINIZ?

http://anafor.org/haber_detay.asp?id=3760&uyeid=83

HAYRETTİN KARAMAN’A REDDİYE-1

              Emekli İlahiyat Profesörlerinden Yeni Şafak Gazetesi köşe yazarı, Sayın Hayrettin Karaman’ın aynı gazetenin 15 Ekim 2010 günlü sayısında yayınlananBaşörtüsü temalı eski hikaye” adlı makalesini irdelemek, aynı makalede öne sürdüğü görüşlerle ilgili bir reddiye yazmak arzu ettim bu defa:
            Yazıyı okumak İsteyenler, http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=15.10.2010&y=HayrettinKaraman adresli linki açarak bu yazıyı okuyabilirler. Ancak ben yine de Sayın Profesör gibi davranmayarak, yazının kısa bir özeti ile geri kalan kısmının alıntısını sunacağım burada.
Sayın Karaman’ın makalesine, üçüncü paragraf giriş cümlesinden sonrasına kadar ciddi bir itirazım olmayacaktır. Hatta katılacağım çoğunlukla! Çünkü yazının bu bölümlerinde “lâiklik” çevresinde kavga ederek, yıllardır milletimize kan kaybettiren gerek “dinci”, gerekse “lâikçi” çevreleri kısmen tespit ve teşhis ederek, zararlarına işaret eder bir havadadırlar!
Ne var ki üçüncü paragrafın hemen başlangıcından sonra işin rengini değiştirmekte, kavganın ana taraflarından, hatta mimarlarından olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla  yazsısının bundan sonrasına ciddi itirazlarımız olacaktır!

            Sayın Profesör buyuruyorlar ki orada:
            –yalnızca üniversite öğrencileri için- yasağın kalkması din hürriyetini sağlamıyor ve başörtüsü mağdurlarının yarasına merhem olmuyor; yani mesele çözülmüyor.” ……….. “bu yarım çözüm, bu "mış gibi yapmak" mağdurları ve dindarları üzüyor, öncüleri hakkındaki zanları iyiden kötüye çeviriyor. İktidar da bunu görmeli ve tekrar oyuna gelmemeli, köklü çözüme yanaşmayanlarla u(z)laşmamalı, çözümü yeni anayasaya bırakmalıdır.” .......

            …… “Kendileri Kur'an dilini bilmeyen, ilahiyat tahsili görmemiş ve özellikle usul okumamış bazı yazarların ve çizerlerin "başörtüsünün dindeki yeri" konusunda ahkam kesmeleri hanelerine yazılacak ayıp ve kusurdan başka bir sonuç doğurmaz.
            Adama bakar mısınız!?
            "Başörtülerinizle yaka ve göğüslerinizi de örtün" mealindeki ayeti, "başınızdan alın da onunla göğsünüzü örtün" şeklinde anlamaya, yorumlamaya çalışıyor
            Biri diğerine "Etekliğinle dizlerini ört" dediğinde bundan "etekliğini çıkar veya aşağıya çek, üst tarafın açılsın, dizlerin örtülsün" manasını anlamak ne kadar absürd ise o anlayış da o kadar saçma! ……

             ….. “yukarıdaki saçma yorumu yapabilmek için cesaret kadar büyük cehalet (veya daha başka şeyler) gerekiyor.
            “Bir de simge konusu var.”…….

            ….. “Doğrusu "İslam'a bağlılık, bir çeşit islamcılık simgesi" olduğudur. İslam'a bağlı oldukları halde başını örtemeyenler ise "mahelleden beter devlet baskısı" yüzünden istediklerini yapamıyorlar. Eğer dindarlığın uzantısı olan bir simge varsa bunu kullanmak da din özgürlüğüne dahildir.”

Sayın Hocam!
-İstirham ederim; lütfen…! Siz yaşlı başlı, akıllı uslu, koskocaman bir Profesörsünüz! Makalenizden  yaptığım ilk alıntıdaki, İktidar Partisi’ne dönük tavsiyeler konumunuza yakışıyor mu? İyi; tavsiyenize uysunlar da muhalifleriyle uzlaşmasınlar madem! Bakalım kimlerle uzlaşırlar o zaman? “Milletle…” diyeceksiniz elbet! Eh...!? Göreceğiz…!

-Gelelim bir kısım insanları cahil ilan etmeniz konusuna:
Evvela belirteyim ki Allah bu milleti okumuş cahillerden korusun!
Nitekim siz kendinizi bilim adamı, ilahiyatçı olarak tanımlamaktasınız ve profesörlük payeleri de aldınız üstelik. Benim bildiğim bu vasıftaki bir insan evvela bu tür sözleri söyleyenleri kaynak göstererek işaret eder. Ancak siz buna zahmet buyurmamış hayali bir suçlama yapmışsınız! Yaptığınız bu suçlama. büyük bir, abesle iştigal halidir! Böyle saçma sapan bir yorumu kimsenin yapacağını sanmıyorum. Yapan olsa bile, böylesi bir yoruma hiçbir akıl sahibi itibar etmez! Bu millet böylesine “andaval” değil hani! Aynı makalenin içinde, bu millet kimin, neyi, niçin istediğini ve yaptığını iyi biliyor, iyi anlıyor, sandık başında da ona göre davranıyor!” demiş buyurduğunuza göre bunu siz de kabul edersiniz hani?
Bizlere kaynak gösterin lütfen;  kimdir, kimlerdir bu yorumu yapanlar. Nerede yapmışlardır? Yoksa siz mi karalıyorsunuz karşı görüşlerin adamlarını?

-Simge konusundaki sözlerinize gelince:
Dinsel alâmet başkadır, siyasal alâmet/ gösterge/ simge başka şeylerdir. Bunu her akıl sahibi ayırt eder! İzahlarınızdaki çarpıtmaya gerek yoktur!
Hele hele; “başını örtmeyenlerin devlet baskısıyla örtmediklerini” söylemeniz, doğrusu kimin cahil ve cüretkârlardan olduğu konusunda derin şüphelere düşürdü beni!
Sizin Profesörlük kariyerinize bakılırsa eğer;
Bu ülkede kendini ”Müslüman” tanımlayanlar, başörtüsü örtmenin dinsel bir zorunluluk olduğuna inanmak zorundalar. Ve; “türban tarzı yada herhangi bir baş örtüsü kullanmanın kesin bir dinsel emir olmadığı yönünde yorum yapan İlahiyatçılar da, Müslümanlar da cahil ve din karşıtıdırlar? Din karşıtı olmayanlar da devlet zoruyla örtemiyorlar başlarını” öyle mi? Bu mümkün mü? Yoksa İslâm’ı sizin anladığın tarz anlamayanlar Müslüman değiller de sadece sizler mi Müslüman’larsınız? 
Ve yine demek ki Kuran, Asrı Saadette yorumlanıp bitmiştir. Ve artık yeni erişilen bilgiler, olay, olgu yada durumlar karşısında yorumlanamaz haldedir.
Peki Sayın profesörüm; nerede kaldı o zaman Kuran’ın dinamikliği, evrenselliği, tüm çağlara ve kültürlere hitap edişi, gelenekçiliğe, hatta kendi üzerinden oluşacak olanlara bile karşı oluşu, ve vs. özellikleri…?
Değerli okuyucular; Sayın Hocamızın yazısını okuduktan sonra kendilerine, incelemeleri için ve cevap olarak semizdeki, http://anafor.org/haber_detay.asp?id=3735&uyeid=170 link adresli yazımı yolladım. Aslında bu makalem yetersizdir. http://anafor.org/haber_detay.asp?id=3752&uyeid=170 sitemiz adresindeki yazımı da okumalarını önermekteyim.
Hatta bunlar dahi yetersiz olup, “Çürüme” adlı kitap kapağı altında yayınlanmış olan müstakil, Kördöğüşü” adlı çalışmamın “Türban Muaviye’nin Mızrağının Ucundaki (Gibi) Olmasın!” konusunun bir bölümünü, kendi cehalet ve cüretimin örneği olarak alıntılayacağım buraya. Ki cahiller, cüretkarlar ve art niyetlilerden birisinin de ben olduğumu anlasın Sayın Hocam!  Yahut da bu tür kişilerin kimliği daha bir güzel çıksın ortaya!

-Bu alıntıyı yazımızın bundan sonraki bölümlerine bırakalım ancak aşağıdaki soruları soralım!
Sayın Hocam!
--Yazmış olduğunuz makale karşısında, bir Müslüman’ın vatandaşı bulunduğu devletin yasalarına uymasının Kuran’ın açık emri oluşuna ne diyeceksiniz?
--İnsanlara, hem de tanımadığınız  insanlara iftira atmak daha büyük bir suç değil midir dinimizde? Hem de  yazdığınız türden bir saçmalığı öne sürerek…?
--“Bu sözü söylüyorlar!” dedikleriniz kimlerdir? Bu sözlerin nerede ve kimlerce söylenmiş olduğunu niçin belirtme gereği duymadınız? Bilimsel kafa yada Kuran-i anlayışın gereği bu mudur?
--İşin esası itibariyle yorumdan çıkan bir kıyafet size göre İslâm’ın simgesi oluyor da müfteri/ iftiracı, fitne, fesat yanlısı olmamak İslâm’ın simgesi, hatta daha belirgin simgelerinden birisi olmuyor mu?
--Asıl önemlisi; İslâm sırf sizin anladığınız ve yorumladığınız gibimidir?
Sanırım bu sorulara olumsuz cevap vermeyeceksiniz!

Sayın okuyucular; konumuza kaldığımız yerden devem edeceğiz!
Ayrıca Sayın Hocamıza gerek bu, gerekse devamı yazılarımızı da yollayacağız!
Saygılarımızla efendim…!
                                               Av. Mehmet DURAN