13 Ekim 2010 Çarşamba

KUR’AN, DİN DEVLETİNE ONAY VERMEZ!

             KUR’AN, DİN DEVLETİNE ONAY VERMEZ!
                   
            Bu yazımıza iddialı ve ezber bozan bir başlık attık!
Attık ve her ortamda başlıktaki bu cümlenin arkasındayız; arkasında duracağız!
Evet, gerçekten de din devletine Kuran asla onay vermez! Bu konunun detaylarını tartışmak bu makalenin sınırlarına sığmaz! O nedenle sadece konunun Kuran-sal ve tarihsel anlamdaki birkaç ana başlığına işaret etmekle yetineceğiz şimdilik!

            -Kuran kimseyi kendisine inanmaya ve önerdiği gibi yaşamaya kesinlikle zorlamaz! Herkesin inanç ve ibadet biçimi kendisinedir!
            Hemen eklemeliyiz ki Kuran’a göre cennete gidilme, daha doğrusu gerek dünyasal, gerekse ahretsel anlamda gerçek mutluluk ve kurtuluşa erme yolu sadece ve sadece kendisine uyulmakla olmayıp, belirli şartlarla başkaca din mensuplarının da cennete gidebilecekleri, mahzun edilmeyecekleri biçiminde olduğu çarpıtılmaya kalkılsa da apaçıktır aslında. (Bakara Suresi: 62, Maide Suresi: 65, 66, 68 ve 69, Hac Suresi: 17. ayetler vb.)

            -Kuran’ın amacı insanlara doğru yolu göstererek onları gerçek kurtuluş ve mutluluğa taşımaksa da bu hedefi insanlık âleminin tamamına, hatta belirli bir toplumun bütününe dönük değildir! Bu durum dahi bize açıkça gösterir ki devletlerin dini olmaz. Kişilerin dini olur. Durum bu olunca zaten, gerek dinlerin ve özellikle Kuran’ın bu yöndeki hedef ve uyarıları, sadece ve sadece fertlerin bizzat kendilerine özgülenmiştir! Elbet bu özgülenmenin kişinin yaşam tarzının tamamına dönük olduğunu da bilmek durumundayız. Çünkü, yaşam tarzı = din demektir.
Öyleyse kimse kimsenin yaşam tarzına müdahale edememesi, onu farklı yaşam tarzlarına zorlayamaması gerekir. Bu durum dinimizin de, demokrasinin de, hayatın doğalının da, devlet organizasyonun ortaya çıkışının da gereği ve temelidir. O halde devletin bu durumu temin etmesi gerektiği gibi, kendi vatandaşları arasındaki her türlü yaşam tarzına = dine eşit mesafede bulunması da lazımdır.
Bu noktada, laikliğin bir devlet yönetim biçimi olduğu halde, “hayat tarzıdır” diye dayatma yapanlara da, bir göndermede  bulunmak isterim!     

            -Durum bu olunca hemen belirtelim ki:
Allah, Kuran-sal olarak toplumlara din yoluyla müdahale etmez! Onlara tabii ve sosyal yasalar (tabiat yasaları=kader) yoluyla müdahale eder! Bu ise “zıtlıkta birlik” ve buna dayanan denge yasasıdır! Toplumlar, dolayısıyla devletler faraza; iyi ile kötüyü, olumlulukla olumsuzluğu dengelemek durumundadırlar. Bunu dengeleyemeyen toplumlar yıkılıp yok olurlar. Konunun gereği ve kaderi budur.
            Allah toplumlardan, dolayısıyla devletlerden sadece ve sadece özgür ortamlar bekler. Özgür ortamlar bekler ki kişiler için sınav ortamı oluşabilsin. Öyle ya; günahın bile işlenebileceği ortamlar olmalıdır bir toplumda. Aksi, dünyasal sınav ortamına aykırıdır!
  
            -Hem asla unutulmamalı ki; dünya üzerindeki reel durum ve yaşanmışlıklar Allah’ın nihai onayının ürünüdürler! (Yaşanmakta olan dinsel ve devletsel olgularla vs. benzerleri…)

-Hiç hatırdan çıkarılmamalı ki; Allah ile kul arasına kimse giremez. Bu girmeye kalkış doğrudan doğruya şirk, yani Allah ile kul arasına ortaklar ve aracılar sokmaktır. Bu durum, Kuran’ın en ciddi savaşım alanlarından birisidir!
Kuran’a göre, dinsel  anlamda kural koyucu sadece ve sadece Allah’tır!
            Dolayısıyla Kuran-i İslâm’da şeyhlere, müritlere, tarikat liderlerine falan yer yoktur. Adı her ne olursa olsun, özellikle sahte ve gizlenik Peygamberlere asla yer yoktur!

-Peygamber Efendimiz tarafından Yesrib=Medine’de kurulan “Medeni Devlet’in” temelleri, Kuran hükümlerine değil, tarihin kaydettiği ilk toplumsal sözleşme olan “Medine Vesikası’na” dayalıdır! Ve kurulan devletin vatandaşları, sadece Müslümanlardan ibaret değildir! Nitekim Efendimizin yaptığı savaşlara, O’na yardımcı olarak katılanların hepsi de böyledir!
Kendisinin Devlet Başkanlığı Kuran-i bir emir olmayıp, eşyanın tabiatı gereği ve O’nun kişisel liderlik vasıflarının neticesidir. Ve kul yönü ile ilgilidir daha çok…!
Bu arada; kral Peygamberler olduğu gibi, ilâhlık iddiasındaki kişilere vezirlik yapan Peygamberin, hatta devlet işlerine asla bulaşmayan halktan Peygamberlerin de olduğunu söylemek durumundayım sizlere.

-Sonuç olarak Kuran toplumlara anayasa olarak değil, kişilere dinsel bir öneri olarak gelmiştir! Hem de en son ve en mükemmel bir öneriler silsilesi… Kesinlikle bir devletin anayasası biçimine indirgenemez!
Dolayısıyla Kuran, dinin başka, devletin başka olgular olduğunu haykırır gibidir her yerinde! Kuran’ı, daha doğrusu ilahi anlamdaki dinsel kitapları anayasalaştırmak isteyenler, devlet idarecileri, egemenler ve O’nu kullanarak çıkar sağlamak isteyenlerdir her zaman için! Kuran’ın kendisi asla böyle bir şeye talip olmadığı gibi kesinlikle onay da vermez!.
Durum bu olunca; Kuran’ı herhangi bir devletin anayasası gibi görmek ve göstermek isteyenler doğrudan doğruya ve bizzat Kuran ile çeliştikleri kanısındayım açıkçası!
Bu anlamada yapacağım önemli açıklama şudur ki: Millete devlet (dirlik) sağlayıcı her organizasyon, gerek yönetimsel, gerek hukuksal, gerekse yasal vb. alanlarda kendi vatandaşlarının değerlerini itibara alması gerekir. Bu durum işin doğasında mevcuttur ve tabii bir durumdur!

-Netice olarak “Dinin başka, devletin başka” olduğunu iyi bilelim! Durumu karıştırıp kullananları mutlaka görelim!
Gerçek bir Kuran takipçisi, devletin laik olması gereğine, dininin de apaçık bir emri olduğunu bilir, buna inanır ve uygular! Bunu böyle bilelim! Hepimiz bunun bilinciyle hareket edelim!
Dinimiz Kuran-i ve evrensel bir İslâm…
Devletimiz laik bir düzen olsun efendim!
                                           Av. Mehmet DURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder